Hekim Samuil,
Güzel bir sabahtı, hafif soğuk ve aydınlık. Samuil sessizliği fark ettiğinde sıradan bir gün başlamadığını anladı. Virigiya limanından gelen denizcilerin bağırışları yoktu, Arnica'daki ahırdaki kaplanların kükremesi yoktu, Şuar Ormanı'na giden yol boyunca geçen arabaların tekerleklerinin gıcırtısı yoktu, dışarıda yaşam yoktu, bunun yerine garip homurdanmalar, diğer anlaşılmaz sesler ve okyanusun kokusunu bastıran bir koku vardı. Hekim pencereden dışarı baktığında ve uyuşmuştu. Her zamanki insan telaşı yerine, kulübeler arasında kendilerini bir yere sürükleyen ve parçalanmış mezarlardan çıkmaya çalışan diriltilmiş ölüler vardı. Pencereden çekilen hekim bir çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Gördüklerini düşünecek zaman yoktu, harekete geçmek gerekiyordu ve Norak'ın hücresine koştu, çünkü bu koasla başa çıkacak gücü kendinde hissetmiyordu. Orada ikinci şok yaşadı, oda boştu. Lonca binasının etrafında tek bir canlı ruh yoktu. Uzakları görebildiği ve birkaç hafta önce bilginden ödünç aldığı bir teleskop aklına geldi.Korkunç gerçek ortaya çıktı, tek bir kişi değil, teleskopun göz merceğinden kimseyi göremiyordu, sadece ölüm ordusu yolları çiğneyip kirletiyor, kendilerini bir yere sürüklüyorlardı.
Geçen günler boyunca Hekim Samuil doğanın kudretini kullanarak hayatta kaldı. Doğanın güçlerini ölülerin ordusuna karşı yolculuklarında izini kaybettirmekte yardımcı olmuştu. Her geçen gün insanları arayan hekim tüm Feo’nun gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğuna inanamıyordu.
Hekim Samuil hiçbir zaman çarpışmalara bizzat katılmadı, savaş tecrübesi yoktu. Kötü bir kılıç ustası değildi çünkü Komandan Damirus’dan eğitim almıştı ve Samuil'in göğüs göğüse dövüş becerileri tek kelimeyle birinci sınıftı. Bir keresinde, tavernada gerçekleşen göğüs göğüse bir turnuvayı bile kazanmıştı. Ancak alçakgönüllülüğü ve barışçıllığı dövüş sanatlarından daha yüksekti. Bu nedenle herhangi bir yaratığın canını almaya çalışmadı ve bir şifacının yolunu seçti. Ancak karanlık zamanlar geldi. Kader eline silah verdi.
... Son düşman ağır bir kılıcın darbesine düştü. Feo dünyasını kasıp kavuran korkunç koku daha da ağırlaşıyordu. Yarı çürümüş olan ölü, kafasını koparan son darbeden önce yerde hala ölüm kasılmaları içinde seğiriyordu. Samuil mezarlarından diriltilmiş arkadaşlarının kafaları kesilmiş bedenlerini gördüğünde ürperdi ve hemen başka yöne baktı. Eski tapınak arkadaşlarının diriltilmiş bedenlerinin yüzündeki acı, nefret ve korkunç gülümsemelerin üzerlerinde dondu. Gerçek bir çılgınlık. Hiçbir Magmar'ın ya da düşmanının görmesini istemeyeceği bir tablo. Birkaç gün süren uzun savaş onu yordu. Hekim, yaşayan ölülerin orduları arasından, bu belayla savaşmaya yardımcı olabilecek bir yaratığın inine doğru yol aldı. Büyük Ejderha Erifarius’un mağarası.
Samuil, sarp bir dağ yamacında bulunan Beyaz Ejderha mağarasına gitti. Yavaş yavaş, ağır bir adımla. Her adımı zordu. Zırhı inanılmaz derecede ağır görünüyordu. Yorgun, bitkin ve aç. Yendiği diriltimiş düşmanların bedenlerinin üzerinden geçti. Azgın köpeklerin, İnsanların, Magmarların, Gunglların, kretslerin hatta Feo dünyasının diğer sakinlerinin kemikleri ayaklarının altında çatırdadı.
Samuil mağaranın önünde geniş ve düz bir alana ulaştı. Mağaranın girişi, kavisli dişlere benzeyen taş sütunlarla süslenmişti. Ona doğru ilerledi. Ama bir düzine adım attıktan sonra durdu ve etrafına bakındı. Tüm bölgede hiçbir ceset veya kavga belirtisi yoktu. Tam bir sessizlik. Sessizlik o kadar büyüktü ki Samuil sağır olduğunu düşündü. Nefesini ya da kalp atışlarını duyamıyordu. Kesinlikle hiçbir şey! Zamanın kendisi bu noktada durmuş gibiydi. Önünde gördüğü mağara, platform ve taş sütunlar yavaşça bulanıklaşmaya başladı. Hekimin bilinci yavaş yavaş kayboluyordu. Göz kapakları ağırlaştı ve kapandı. Huzur ve sessizlik anları işlerini yaptı. Tatlı, sessiz, dingin ve huzurlu bir uyku Samuil'i esir aldı. Zorlu yolculuktan yorulan hekim uykuya daldı.